Değişmeyen tek şey ‘değişim’
15 mins read

Değişmeyen tek şey ‘değişim’

Bir seçim sürecini daha geride bıraktık! Marşları- şarkıları, afişleri- sloganları, heyecanıyla geçti ömrümüzden bir seçim daha!

Her zamankinden farklı sonuçlarla bitti bu seçim! Kimsenin beklemediği, tahminler ötesi bir sonuç çıktı. CHP, tarihinin en yüksek oyunu aldı, birçok belediyenin başkanı değişti!

Şimdi burada siyasete dalmayacağım, haddimi bilip işi erbaplarına bırakacağım! Benim vurgulamak istediğim şu ‘değişim’ meselesi! Enteresan bir kelime ‘değişim’, kendi küçük, derinliği büyük!    

Öyle iğne miğne batırmakla uğraşmaya vakti olmayan ama kendine çuvaldız batırmakta üstüne kimseyi tanımadığım birinden yani benden yola çıkacak olursak; ‘Değiştirin dünyanızı, kendinizi değiştirin efendim memnun değilseniz, çevrenizi, evinizi, işinizi, eşinizi, sevgilinizi!” demeyeceğim tabi ki! Bahaneler kraliçesi bendeniz, gayet iyi biliyor bunun hiç de kolay olmadığını yani! Ama güzel kardeşim, mutsuz mutsuz da yaşanmaz ki! Her dakika değişiyoruz aslında,  ‘başlangıç’ ve “bitiş” sözcüklerine takılmamak lazım çünkü onlar bizim verdiğimiz kodlar. Her dakika bir şeyler başlıyor, bir şeyleri bitiriyor, her şey daimi bir değişim içinde! Sürekli yeniliyoruz içimizde, değişiyor dış görünüşümüz de!

Ne direnirdim eskiden ben, ne direnirdim! Değişmemeye çalıştığım gibi bir de dünyayı değiştirmeye çalışırdım. Ya komik gelecek belki ama küfür gibi gelirdi, değişmek! Hani sanki başkası olmak, karakterinden ödün vermek! Oysa bazen canın o kadar yanar ki değişirsin, değişmek zorunda kalırsın!

Her zaman iyiye, güzele doğru olmuyor bu değişim malum. Yürek hayalkırıklıkları müzesi, sırt taşınan onca kazığın küfesi olunca sertleşiyor tabi insan! İyiliklerin enayilik, fedakarlıkların salaklık, vefanın cefa olarak kabul edildiği bir dünyada yaşadıkça, sahi cehennemi halen merak eden var mı aranızda?

Şunu öğrendim ki birini değiştirmeye çalışmak, bataklıktan kurtulmaya çalışmak gibi; battıkça daha çok batıyorsun. Değiştirmeye çalıştıkça yoruluyor, öfkelenip debeleniyorsun. Kendine saygını kaybediyor, vermeyeceğin tavizleri veriyor, boşuna enerji harcıyorsun. Çokça denedim ben, değiştirmeye çalıştım sevdiklerimi. Şekillendirmek için uğraştım fikirlerini, zihinlerini! Değişmediler! Değişmedikleri gibi kendi aklımın derinliklerinde, olmalarını istediğim yer ile oldukları yer arasında bir yerde kaybettim çoğunu! Şimdi fark ediyorum ki aslında anlamamışım ben onların tüm defoları, değiştirmek istediğim huyları-tarzlarıyla sevdiğim kişiler olduğunu! Hata bendeymiş meğer !

Değişmesi gereken tek kişi benmişim aslında! Düşüncelerimi, fikirlerimi, taktığım şeyleri hatta gıybetlerimi değiştirdikçe daha güzel gözükmeye başladı her şey! Affetmeyi öğrenince ve affettikçe özgür kaldı ruhum, kanatlandı göğe. Sona ermenin gerçekten bitiş demek olmadığını, her yeni başlangıcın o bitişlerle olduğunu gördüm. Nasıldı o söz; “Tırtılın son dediği şeye, dünya kelebek diyor!”

O zaman mottomuz nedir?

“Dünyayı değiştiremiyorsan, dünyanı değiştir!” 

………………………………………..*……………………………………… 

Haksızlığın Resmini Çizebilir misin Abidin?

Ilık bir bahar sabahı, yeni bir düzenleme ile uyandı Türk Gençliği!

Yükseköğretim Kurulu’nun (YÖK), Yurtdışında Diplomaları Tanıma ve Denklik Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına dair Yönetmeliği 15 Mart’ta Resmi Gazete ’de yayınlandı!

Görünen o ki yapılan değişikliklerle birlikte getirilen şartlar, yurtdışında okumayı oldukça zorlaştırdı!

Burada ki o sancılı, travmatik sürece- üniversite sınavlarına hazırlanmak istemeyen ve lisans eğitimini yurtdışında tamamlamak isteyen öğrenciler artık yeni şartlara tabiler! Buna göre Tıp, Hukuk, Mimarlık, Mühendislik, Öğretmenlik, Diş Hekimliği ve Eczacılık okumak isteyen öğrencilerin, YKS (Türkiye’deki Üniversite Sınavı) sınavına girmesi ve okuyacakları bölümü kazanması gerekecek. Aksi takdirde hiçbir şekilde denklik almaları mümkün olmayacak yani yurt dışından aldıkları diploma Türkiye’de geçersiz sayılacak. Üstelik tüm alanlarda eğitim görecek öğrencilerin kayıt yaptırdıkları okulların, en az iki sıralama listesinde (Örneğin The Guardian ve Times Higher Education gibi) yani ilk 1000 içerisinde olmaları gerekecek. Aksi takdirde öğrenciye denklik verilmeyecek ve yurt dışından aldıkları diploma Türkiye’de yine geçersiz olacak.

15 Mart 2024 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere, orta öğrenimlerini Türkiye’de tamamlayıp YKS kılavuzuna göre Türkiye’de belirli bir başarı sıralaması şartıyla kayıt yaptırılabilen programları yurt dışında okumayı planlayanların, yurt dışındaki programa kayıt oldukları yıla ait ÖSYM tarafından yapılan merkezi yerleştirme sınavında ilgili program için aranan sıralama dilimine girmeleri şartı da aranacak. Velhasıl kelam öyle Türkiye’de sınava girmeyip ya da şöyle diyeyim- parasına güvenip- yurtdışında herhangi bir yerde üniversite okuyup döndükten sonra da burada bileğinin hakkıyla saçlarında aklarla üniversite sınavına girmiş, ömründen ömür vererek çıkmayı başarmış onca kişinin önüne geçerek bir kadroya yerleşemeyecek, işe giremeyecek!

Valla çok da güzel bir karar, pek de yerinde bir düzenleme!

Neydi o ya; Papua Yeni Gine’den mezun doktor ile Çapa Tıp Fakültesi mezunu doktor, aynı hastanede aynı şartlarla çalışabiliyor, adını sanını duymadığımız bir üniversiteden mezun kişi, okyanustaki bir istiridyenin içindeki inci gibi sayılı bir işte, canını dişine takmış onlarca öğrencinin önüne geçebiliyordu!

Abidin’e; “Bize haksızlığın resmini çizebilir misin?” desek ancak bu kadar olabildi işte!

Diyeceğim o ki haksızlık meselesi, yük mesele! (yeğen diye ekleyeyim de rahmetli Tuncel Kurtiz’i yadedeyim!) Ben fena halde takığım bu haksızlık meseleye, e boşuna avukat olmadık herhalde!

Ne çok olmuştur değil mi, isteyip de olmayan onca dileğiniz, çalışıp çabaladığınız, uğruna o kadar emek verdiğiniz hayalleriniz! Benim çok oldu valla, sayamayacağım kadar çok! Önceleri kızardım, haktan girer, bahttan çıkardım; ‘Niye ama niye’ diye söylenir, öfkelenir, kederlenirdim. Şimdi dönüp baktığımda,  kocaman kocaman ‘Allah’tan olmamış’ larım var dilimde! Gerçekten hayırlı değilmiş ya da daha iyisi olmuş diyebiliyorum şükrederek tüm kalbimle! Olmuyorsa varmış gerçekten bir sebebi; Her dua nasibine, her nasip vaktine esirmiş!    

Büyüdükçe öğrendim ki her acının bir sonu, her kayboluşun bir yolu, her sınanışın bir sonucu var! Kimseler bilmese de anlamasa da o yüce kudret orada, Allah her şeyi duyar!

Ne olursa olsun sabretmekten vazgeçme, inancını kaybetme,

Bazı lekeler inatçıdır ancak tövbe ile çıkar!

……………………………….*…………………………………..

Parayla İmanın Kimde Olduğu Belli Değil

YÖK’ün bu yeni düzenlemesine ilgim, normalden fazla oldu çünkü tam da bu konuların merkezinde, tabir-i caiz ise başı kesik tavuklar gibi dolanıyoruz çevrede! Oğlum, üniversite eğitimini yurt dışında almak istediği için, biz de dikkatimizi o yöne çevirdik haliyle! Hangi ülke-hangi üniversite olsun, o üniversiteye gitmek için girmesi gereken sınavlar, alması gereken puanlar dolaşırken etrafımızda, ilgimiz hayli fazla oldu tabi konuya!

Amerika’daki üniversitelere bakarken, yapılarına-tarihçelerine göz gezdirirken, enteresan bir hikayeyle karşılaştım. Daha önce duymadığım bu hikâyeyi, gelin sizinle paylaşayım;

Eskimiş, soluk ve oldukça çok giyildiği belli olan kıyafetler giymiş yaşlı bir çift, Boston Tren İstasyonu’na gelmişler. Sora sora buldukları ihtişamlı binaya girip çekinerek rektörün odasına doğru ilerlerlerken onları gören sekreter masasından fırlayarak biraz şaşkınlıkla biraz da kızgınlıkla önlerini kesmiş. Sonuçta bunlar gibi ne idüğü belirsiz taşralıların, Harvard gibi bir üniversitede ne işleri olabilirdi ki?

Yaşlı adam, çekinerek ve kısık bir sesle rektörü görmek istediklerini söylemiş. Bu neredeyse imkansızmış çünkü zaten başı fazlasıyla dolu olan rektörün onlara daha doğrusu onlar gibi kişilere ayıracak zamanı yokmuş. Yaslı kadın, çekingen bir tavırla; “Olsun, bekleriz biz” demiş. Sekretere göre hava hoşmuş, nasıl olsa bir süre sonra sıkılıp gidecekler diye düşünmüş. Saatler geçmiş, yaşlı çift beklemiş, beklemiş!. Sonunda sekreter, dayanamayarak yerinden kalkmış, rektörün odasına giderek; “Sadece birkaç dakika görüşseniz onlarla, yoksa gidecekleri yok” diyerek onu iknaya çalışmış. Rektör, kaçışının olamayacağını anlamış ve isteksizlikle kapıyı açarak yaşlı çifti içeri davet etmiş! Taşralılardan, kaba saba insanlardan, köylü kısmından oldum olası nefret edermiş. Suratı asık, sinirleri gergin şekilde, ne istediklerini sormuş yaşlı çifte! Yaşlı kadın, Harvard’ da okuyan oğullarını 1 yıl önce bir kazada kaybettiklerini söylemiş. Oğlunun burada çok mutlu olmasının hatırası hürmetine onun anısına okul içinde bir anıt dikmek istediklerini de eklemiş. Ancak rektör, bu dokunaklı hikayeden değil duygulanmak aksine öfkelenmiş ve; “Madam” demiş, sert bir sesle, -“Biz Harvard´da okuyan ve sonra da ölen herkes için bir anıt dikecek olsak, burası mezarlığa döner. Böyle bir şey mümkün değil” diyerek ayağa kalkmış.

-“Hayır, hayır” diyerek fırlamış yaşlı kadın da ayağa! “Anıt değil! Belki, Harvard’a bir bina yaptırabiliriz!”

Rektör, yıpranmış giysilere nefret dolu bir bakışla, “Bina mı?” diyerek tekrarlamış. “Siz bir binanın kaça mal olduğunu biliyor musunuz? Sadece son yaptığımız bölüm 7,5 milyon dolardan fazla tuttu!” Tartışmayı noktaladığını düşünüyormuş ve artık bu düşkün ve yoksul çiftle kalmak istemiyormuş. Tam o anda yaşlı kadın sessizce kocasına dönmüş ve: “Üniversite inşaatına başlamak için gereken para bu muymuş? Madem öyle biz niçin kendi üniversitemizi kurmuyoruz, o halde?”

Rektör’ün yüzü darmadağın, duyguları karmakarışıkmış. Yaslı adam karısına hak vererek başını sallamış ve yaşlı çift yani Bay ve bayan Stanford, hiçbir şey söylemeden binadan dışarı çıkmışlar ve istasyondan trene binerek Doğu California’ya- Palo Alto´ya gelmişler.

Ve işte burada, Harvard’ın artık umursamadığı oğulları için onun adını ebediyen yaşatacak üniversiteyim kurmuşlar!

Amerika’nın en önemli üniversitelerinden birini, STANFORD ÜNİVERSİTESİNİ!

…………………………………..*…………………………………..

HAFTANIN EN’LERİ 

Haftanın Faciası: Hatta belki yılın faciası, 29 kişinin bedenini, 80 milyonun yüreğini yaktı! İstanbul Gayrettepe’de 16 katlı bir binanın bodrum katındaki gece kulübünde çıkan yangın faciaya neden oldu. Tadilat sırasında yanıcı ve parlayıcı malzemelerin tutuşması nedeniyle çıkan yangında bodrum katta mahsur kalan işçilerden 29’u hayatını kaybetti! Pisi pisine ya da boş yere ölmek, tam da bu demekti! Böyle bir ihmal, böyle bir hata, kaç canın gitmesine, kaç ailenin parçalanmasına yol açtı! Düşününce bile nefes alamıyorum, kabul edemiyorum! Buna sebep olan herkesin en kısa zamanda en ağır şekilde cezalandırılmasını diliyorum! 

Haftanın Vefatı: ‘Bay Sinema’ lakaplı duayen sinemacı Türker İnanoğlu’nun, 88 yaşında hayatını kaybetmesi oldu! Hayatını sinemaya adayan, yüzlerce sinema filmine imza atan, hem yapımcı hem de yönetmen ve senarist olan İnanoğlu, Türkiye’ yi video filmlerle tanıştıran ve de ATV’yi kuran kişi olarak da tanınıyor! Türk sinemasının başı sağolsun, bazı kişilerin yeri gerçekten dolmuyor, ruhu şad olsun! 

Haftanın Davası: Valla içimin yağlarını eritti! Dünyaca ünlü şarkıcı Madonna, aralık ayında New York’ta verdiği konsere geç çıktığı için iki hayranı tarafından dava edildi! Sanatçı; “Konserin geç başlaması nedeniyle davacılar fark edilebilir bir zarar görmedi” diyerek davanın reddini istedi! Dava henüz sonuçlanmadı ama bu davanın açılmış olması bile çok önemli çünkü sanatçıların kaprisleri ve şımarıklıkları, hayranlarını artık bezdirme noktasına getirdi. İnşallah dava kabul edilir de herkes bir kendine gelir, haddini bilir! 

Haftanın Araştırması: Hepimizin bildiği ana yüzleşmekten kaçındığı bir gerçeği bilimsel olarak ortaya çıkardı! Akdeniz Üniversitesi’nde yapılan araştırmaya göre, sosyal medya kullanımına bağlı yalnızlığın arttığını ve ruh sağlığının bozulduğu, insanların sosyal medya aracılığıyla birbirine kolay ulaşabiliyor olmasının, bazı kavramları çabuk tüketmesine neden olduğu açıklandı!

Ah Mehmet Akif Ersoy ah! Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar derken bu günleri görmüş meğer! Ne haklıymış ne haklı!                                                                          

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir